Bir akşam, karanlık çökmüş, dışarıda rüzgar hafifçe esiyor ve ben eski bir arkadaşımın evinde oturuyordum. Gözlerimde beliren, yıllar önce kaybettiğim bir dostluğun izi, içimi burkuyordu. O zamanlar gençtik, enerjimiz, heyecanımız her şeyimizdi. Ama şimdi, yıllar sonra, işte o eski dostumun bana yaptığı bir şey vardı ki, hala hafızamda taze; bu konu hakkında konuşmadan edemedim.
Bir gece, çaylarımızı yudumlarken, birden gözlerindeki hüzünlenmeye başladığını fark ettim. “Beni anlamadığını söylemene takıldım,” dedi. Yavaşça, anlamadan ne demek istediğini sorarken, hemen cevap verdi: “Evet, bazen kendi doğrularına katıldığını düşünmek kolay oluyor ama bir gün birine yaltaklanırsan, ne kadar susarsan, ne kadar iyi niyetli olursan… seni fark etmezler.”
Ve işte o an, ben “yaltaklanmak” kelimesinin sadece bir anlamı olmadığını fark ettim; bu kelime, birçok duyguya, davranışa ve o karmaşık insan ilişkilerine ev sahipliği yapıyordu.
Yaltaklanmak: Bir sözcüğün derinlikleri
Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre, yaltaklanmak, “başkalarını etkilemek amacıyla, onların hoşuna gidecek şekilde davranmak” olarak tanımlanır. Bir başka deyişle, insanlar arasında sürekli bir onay arayışı, biraz fazla büyük bir gülümseme ve ses tonunun bazen gereğinden fazla yüksek olması… bunlar yaltaklanmanın temel yapı taşlarını oluşturuyor. Fakat her kelime gibi, bu kelimenin de birden fazla katmanı ve anlamı var. Ve bu anlam, çok basit bir şeyin ötesinde, duygusal bir işleyişi içinde barındırıyor.
Kadınlar ve Erkekler: Yaltaklanma üzerinden farklı bakış açıları
Gelin, bu durumu bir erkek ve bir kadının gözünden inceleyelim. İbrahim, bir iş adamı, oldukça çözüm odaklı ve stratejik bir kişilik. Bir gün, patronunun zor bir karar almak üzere olduğu bir dönemde, sürekli onun yakınında dolanarak ona “tam istediğiniz gibi yaparız” diyor, işlerini kolaylaştırabileceği konusunda “şu yolları denersek, işler yolunda gider” diye bahsediyordu. Fakat bu tavrı, ne kadar çözüme odaklansa da, patronunun bir gün ona yaptığı “Yine mi sen buradasın? Biraz rahat bırak, bir şeyler de benim bildiklerim olsun,” uyarısını aldı. İşte o an, İbrahim de bu kelimenin anlamını içselleştirdi. Yaltaklanmak, onun sadece stratejik bir yaklaşımı değil, güven ve dürüstlükten ödün verme anlamına da geliyordu.
Kadınlar ise biraz daha duygusal bir boyutta ilişki kurar. Zeynep, biraz empatik, biraz da ilişkisel bir yaklaşımı benimsemiş, çalışanları arasında hep arabulucu bir rol üstlenmişti. Bir gün, patronu Ayhan’a, sıkıntılarından bahsederken, ona moral vermek için yaptığı küçük yorumlar, hep başını okşar şekilde yaptığı cümleler aslında, başkalarının onayını almak ya da onları mutlu etmek için bilinçli bir şekilde seçilmişti. Ayhan, bir süre sonra Zeynep’i fazla “yaltaklanan” biri olarak görmeye başladı, çünkü Zeynep’in tavırları bazen çok da doğal gelmiyordu.
Zeynep, İbrahim’den farklı olarak, bu tür bir yaklaşıma duygusal bakıyordu. Ona göre, bu hareketler, yalnızca başkalarını anlayarak onları daha iyi yapabilmekti; fakat zamanla fark etti ki, duygusal manipülasyon da, kendini gizlice onaylatmak, bazen yaltaklanmakla aynı anlama geliyordu.
Yaltaklanma: Duygusal Boyut ve Toplumsal Çıkmaz
Yaltaklanmak, günlük hayatta kolayca karşılaştığımız bir kavram olsa da, aslında çoğu zaman derin duygusal bir sıkıntıyı yansıtır. Bu davranışın ardında, yalnızca iş yerinde değil, aynı zamanda kişisel hayatlarımızda da sosyal doğrulama arayışı bulunur. Bir arkadaşımıza sürekli olarak “ne kadar güzel görünüyorsun!” demek ya da birine hep ona göre düşünceler sunmak, ona kendini değerli hissettirme arayışı olsa da, bir noktada kendimizi kaybetmemize neden olabilir.
Zeynep ile İbrahim’in hikâyesi, hepimizin bir şekilde yaşadığı bir dönüm noktasıdır: Kendimize sadık kalmak, ya da başkalarının isteklerine göre şekil almak…
Sonuç: Yaltaklanmak bir tercih midir, yoksa bir kaçış?
Sonsuza kadar başkalarını memnun etmeye çalışmak, kendimizi unuttuğumuz bir hayatın içine sürüklenmeye neden olabilir. İbrahim’in yaşadığı stratejik yaklaşım hatası ya da Zeynep’in empatik tavırları, en sonunda onları bir çıkmaza sürükledi. İkisinin de ortak bir yönü vardı: Her ikisi de “onay” arayışındaydılar.
Hikâyede olduğu gibi, yaltaklanmak sadece bir sözcük değil, ruhun derinliklerine inen bir davranış biçimidir. Hepimiz, bazen başkalarının beklentilerine göre şekil almayı tercih edebiliriz. Ama sonunda, kendimizi bulmak, asıl doğruları görmek, belki de bu yoldan geçmekle mümkün olur.
Peki siz, ne düşünüyorsunuz? Yaltaklanmak hayatınızda nasıl bir yer tutuyor? Kendinize ya da başkalarına karşı gösterdiğiniz “hoşgörü” bazen fazlasıyla yaltaklanmaya dönüşüyor mu? Yorumlarınızı paylaşarak bu konuda ne düşündüğünüzü bizlerle paylaşabilirsiniz.